Accra’daki Togo Büyükelçiliği’nin, bin dereden su getirterek verdiği çift girişli on günlük Togo vizesi için, iki gün çileli bekleyişle devam eden vize alım hikayesi, nerede ise bir kabusa dönüşecek iken, iyi haber geldi.
Gana’nın başkenti Accra’dan başlayacak olan, ortalama yedi saat sürecek yolculuğumuz Togo’nun başkenti Lome’de son bulacak. Son derece bozuk bir asfalt üzerinde 1950’li yıllardan kalma bir otobüsle, sağa sola savrularak tek yönlü bir yolda ilerledik. Atlantik Okyanusu’na sıfır devam eden yol, bembeyaz kumlarla kaplı plajların yanından geçerek devam ediyor. Etraf, yeşilin her tonu ile kaplı. Jakaranta ağaçları, tüm yolculuk boyunca eşlik ediyor. Başkent Lome, Gana sınırını geçer geçmez ilk Togo kenti.
Togo, Atlantik Okyanusu’na sadece 56 km kıyısı bulunan küçük bir ülke. Sınırı geçmekle birlikte birbirine tüm özellikleri benzeyen iki ülkenin, ne kadar birbirinden derin farklarla ayrıldığını gözlemlemek çok kolay. Din, dil, para birimi ama her şeyin birden bire değişmesi özellikle de 5.200.000 kişilik bir nüfusun bulunduğu bu küçük ülkede, yüz değişik yerel dilin konuşulması ve yetmişten fazla animist dinlere tapılıyor olması çok şaşırtıcı.
Togo’ya direk seyahat edecek gezginlerin de önceden gerekli sağlık tedbirlerini alması kesinlikle şarttır. Bu konuda, İl Sağlık Müdürlüklerine bağlı sağlık ocaklarında, mutlaka gerekli aşıların yaptırılması ve ilaçların tedarik edilmesi olmazsa olmazlardır.
Almanlar, Togoland dedikleri bu toprakları, 1850’li yıllardan sonra, Danimarkalılardan alarak köle ticaretine devam etmiştir. Almanlar bu işe, misyonerlerini bölgeye atayarak başlamışlar. Birinci Dünya Savaşı ortalarında Almanların ilk kaybettiği yerlerden biri olan Togo’nun, hemen o dönemde, doğusu Fransızların, batısı da İngilizlerin eline geçmiş. Birleşmiş Milletler aldığı kararla, Togo’da İngiliz ve Fransız etkisinde bir manda yönetimi tesis etmiş ise de ülkenin batı tarafı 1956 yılında Gana ile birleşmiş doğusu ise 1960 yılında Fransızlardan kurtularak bağımsızlığına kavuşmuş.
Dünyanın Cezayir’den sonra en büyük fosfat üreticileri arasında yer alan Togo’da, bu ticareti de yabancılar ellerinde bulunduruyor. Dünya’nın en yoksul ülkelerinden biri olan Togo, kakao, kahve, balık, yer fıstığı gibi ürünleri komşu ülkelerine satsa da dışa bağımlı bir ülke. Halk inanılmaz yoksul ve gecekondu bile denmeyecek kadar kötü, derme çatma, tenekeden yapılmış, barakalarda yaşıyorlar.
Avrupa’dan tarifeli seferlerin, sadece Paris üzerinden yapıldığı başkent Lome’nin sahili, gerçekten görülmeye değer. Beyaz kumların hakim olduğu çok geniş plajlar ve etraftaki balık lokantaları son derece güzel. Ağırlıklı olarak yabancıların çalıştırdığı lokantalar çok şık olsa da bu ülkede buz kullanmamaya özen göstermek gerekiyor. Buz, gittiğim hemen her lokanta, kafe ve benzeri yerlerde musluk suyundan yapılıyor ve hiç sağlıklı değil.
Başkent Lome’de dahi yollar delik deşik ve şehir pis kokuyor. Zamanında Fransızların yaptıkları birkaç Avrupa tarzı bina ise halen Togo’nun Yüksek Mahkemesi ve Parlamento Binası olarak kullanılıyor.
Başkent Lome’de tüm resmi binalar ve bölge ülkelerinin büyük elçilikleri, Hürriyet Meydanı ve çevresinde toplanmış. Nispeten daha bakımlı olan bu bölgede bir de Türk Okulu bulunuyor.
Ülkenin en yüksek yerinin 1.000 metreyi aşmadığı da düşünülürse Togo, düz ve bataklıklarla kaplı bir ülke. Lome’de tüm ulaşım nerede ise motosikletlerle sağlanıyor. Ticari taksi olarak da görev yapan bu motosikletlerin sürücüleri, fazla araç görmenin pek mümkün olmadığı boş ve dar Lome sokaklarında tüm hünerlerini sergileyerek hız yapıyorlar.
Hürriyet Meydanına son derece yakın olan, etrafı sazlık ve bataklıklarla kaplı boş bir arazinin üzerine kurulmuş Tanrı Pazarındaki kokuya ise dayanabilecek hiçbir burun olacağını sanmıyorum. Fetiş Çarşısı ile iç içe geçmiş bu pazarda, animist dinlere inanan Togolular buradan kendi tanrılarını satın alıyorlar. Genelde baykuş, kaplumbağa, leopar, at, geyik, maymun gibi hayvanların ölmüş leşleri burada tanrı olarak değer görüyor ve insanlar bunlara tapıyorlar.
Fetiş Çarşısında ise, kendilerine şans getireceğine inandıkları nesne ve hayvanlara ait bir takım parçaları satıyorlar. Üzeri çivilerle kaplanmış bez bebekler ile kurbağa leşleri burada en çok ilgi çeken şans ve büyücülük nesneleri. Bunun dışında maymun testisinden tutun da leopar derisine kadar, köpek balığı dişinden, at kuyruğuna kadar her tür hayvana ait parçayı burada bulmak mümkün.
Fetiş pazarında, genellikle turistler din adamları tarafından yapılan küçük Voodoo ayinlerine katılıyorlar. Bu ayinlerde turistler canlı bir maymuna dokunmak ve onu beslemek üzere teşvik edilir bu kaçırılmaması gereken bir tecrübedir, ancak geleneklere göre pörsümüş bir maymun kafasını cüzdanınıza koyup ülkenize götürmeniz gerekmektedir.
Tüm Batı Afrika’da son derece yaygın olan Voodoo, Togo’da nerede ise tavan yapıyor. Başkent Lome’ye yakın Togoville’den başlayan köle ticareti ile Amerika Kıtasının doğusunda bulunan Haiti’ye de Voodoo buradan gitmiş. Bir tür fetiş olan Voodoo, büyü içeren bir animizm türü olup; metafiziksel öğeler içerir. Voodoo'nun temelinde herşeyin "ruh" olduğu inancı vardır. İnsanlar, görünen dünyada yaşayan ruhlardır. Görünmeyen alemde ise lwa (ruhlar), mystè (gizemler), anvizib (görünmeyenler), zanj (melekler) ile ataların ve yakın zamanda ölmüşlerin ruhları yaşarlar. Ruhların yaşadığı aleme, Ginen denir. Hristiyan inancındaki Tanrı'nın evreni ve ruhları yarattığına, ruhların Tanrı'ya insanlığı ve doğal dünyayı idare etmesinde yardımcı olduğuna inanılır.
Togo’daki Voodoo inanışında olanların, Benin ve Nijerya’da gördüğümden daha farklı ayinleri var. Benin’de ilginç ama bir gerçek! Nüfusun %60’ı Voodoo dinine inanıyor.
Lome’de bulunan Le Grand Marche, merkezi alışveriş noktası ve başkentin ticaret merkezidir. Burada taze meyveden, motosiklet parçasına, ayakkabıdan akla gelebilecek her türlü eşyaya kadar her şeyi bulabilirsiniz. Afrika’nın hemen her yerinde görüldüğü gibi, Batı Afrika’da da piyasayı kadınlar yönetiyor. Grand Marche boyunca birbirleri ile sohbet eden, şakalaşan, dedikodu yapan kadınlar, pazar boyunca eski Antik Togo müziği eşliğinde salınan kalabalıklar görmek mümkündür.
Yoksulluktan dolayı, yeme içme konusuna pek önem vermeyen Togolular açıkçası ne bulurlarsa onu yiyorlar. Yoksulluk o kadar had safhadaki, öğle yemeğini aldığımız Lome Sahilindeki bir Fransız Lokantasında yenen balıkların artıkları, lokanta sahibi tarafından, plastik tabaklara konularak dışardaki çocuklara verildi. Açıkçası hiç beğenmediğim ve adını da bilmediğim bu okyanus balıkları, çok lezzetsizdi. Ama aç ve yoksul çocukların o artıkları yemesini görmem tüyler ürpertici bir deneyimdi. Sokaklarda yürürken yanımıza yaklaşan çocuklara verdiğim ufacık bir şeker için bile, o çocukların nasıl sevindiğini anlatmak imkânsız.
Ülkedeki fakirlik sadece başkent ve çevresi ile sınırlı değil. Sokode, Togo’nun ikinci büyük kenti ve Müslüman nüfusun yoğun olarak yaşadığı bir şehir. Burası da çok yoksul barındırıyor. Ancak bu kentte ağırlıklı olarak birçok Lübnanlıya rastlamak olasıdır. Ticareti genelde Lübnanlılar elinde tutuyor. Kereste ve tekstil işinde, tüm piyasaya hâkimler. Özellikle el dokuması kumaşlar burada Fransız turistler tarafından nerede ise kapış kapış alınıyor.
Almanların kolonisi iken Togoland’a başkentlik yapan Aneho ise, Togo’nun kısa sahilinin en doğusunda yer alıyor. Burası, Guin Mina insanlarının ruhani merkezidir. Bir lagün üzerine yapılan bu kent sahildeki, ilk Alman yönetim merkezi olup daha sonrasında bölgenin başkenti olmuş. Koloni mimarisinin birçoğu hala korunmakta ve ziyaret edilmeyi kesinlikle hak ediyor.
Agbodrafo, Lome’den yarım saat uzaklıkta yer alan sakin küçük bir kasaba. Bu kasaba, önceleri köle ticaretinde önemli bir nokta olan köle sahili diye adlandırılan Portekizlilerin istasyonu imiş. Agbidrafo’nun, zalim geçmişine ilişkin birçok izler silinmesine rağmen Woold House ziyaret ederseniz bir zamanlar köleleri tutmak için kullanılan zincirleri hala görme şansınız var.
Dünya miras listesinde yer alan Kara, ülkenin kuzeyinde olup; Lome’den araba ile bir saatlik mesafededir. Burası Togo’nun sembolü olan Takiente insanlarının yasadığı ve Urfa Harran Evlerini andıran yuvarlak çamurdan yapılmış evleri ile meşhurdur. Kasaba meydanında Cumartesi günleri yapılan, geniş katılımlı ve çok kalabalık olan Voodoo ayinleri çok çok etkileyici. Bu ayinleri izledikten sonra din kavramının tüm insanlık için ne derece önemli olduğunu ancak hiç birinin izahını yapamayacağınızı sanıyorsunuz.
Nisan’dan Temmuz’a kadar olan dönem ile Ekim ve Kasım ayları Togo’ya ve bölgeye seyahat için en ideal zamanlardır. Bu dönemde ekvatoral tropikal iklimin çok ciddi etkilerini görmeden rahatlıkla bu bölge gezilebilir.
Her tip pasaporta vize uyguladığından ve sınırda da vize tanzim etmediğinden Togo’ya gidecek Türk Vatandaşlarının önceden İstanbul’da bulunan Fahri Konsolosluğu’ndan ya da akredite büyükelçiliklerinden mutlaka vize tedarik etmeleri gerekiyor. Togo, eğer çevre ülkelerle birlikte gezilecek ise Gana, Benin veya Nijerya’da bulunan dış temsilciliklerinden de minimum iki gün beklemek şartıyla vize temin edilebilir.
Oralara kadar gitmişken mutlaka birkaç koridor ülkesini de bir gezginin seyahat planına, koyması gerekir. Şu an, Accra’ya ve Lagos’a Türk Hava Yolları’nın direk seferleri bulunmaktadır. Ancak Nijerya’daki iç karışıklıklar ve diğer tehlikeler dikkate alınırsa yolculuğun Accra’dan başlatılması daha mantıklı. Accra’nın Özgürlük Meydanı yakınlarındaki otobüs terminalinden sürekli Lome’ye araç bulmak mümkündür.
Büyülü Afrika’nın büyücü ülkesi olan, Almanların Togoland’ı, Fransızların Togolaise’si ve günümüzün Togo’sundaki büyülü serüven hiç bitmeyecek!
Avukat Suat ŞİMŞEK